11 Ocak 2016 Pazartesi

Uykum ağırdır benim



           -Cehennemden gelen ayak sesleri, beni kendisine adım adım yaklaştırıyor. Sigaramın dumanından yükselen portreler , alevler içinde şarkılar söyleyen kadınlara ne kadar da benziyor. Adımların sıklığı kendimi rahat ve güvende hissettiriyor gibi , yalnız değilim burada. Yalnızlık içinde aşağı akan kum tanelerinin bolluğu ile ateşlerin arasından dışarı çıkmaya çalışan kalabalık ne kadar da benzer. Yan yana kenetlenmiş günahkarlar birbirlerine ne kadar da uzak oysaki. Korkuyu aşmış onlar , cesaret teriminden de bir o kadar da uzak dikenli kaktüsler. Dikenlerini birbirlerine batırıyorlar. Acıları , çenelerinden aşağı sarkmış, dilleri ile kayıp çocuklarını aşağı itiyorlar. Göbek bağı ateşlerler içerisinde küle dönüşen masumlar birer birer cennete düşüyor. Sonu gelmez işgencelerinin tanımını yalnızlıkları ile tamamlıyor. Uzanıp tutunamadıkları korkuluklar , ellerine batan dikenlerden ibaret artık. Boyunlarından sarkan zincirler ile arka arkaya dizilen ufalmış kum taneleri birer birer karanlığa düşüyor. Sonu gelmiyor , ne kadar da çoklar. Uykusuzluğa alışmış bedenleri , kapanacak gözleri yok olmuş , nefeslerini karınlarındaki büyük delikten alıyorlar. Boğazlarından geçecek tek bir su damlası için yalvarıyorlar ama tek yutkundukları dişleri ile söktükleri tırnakları. Zarar veren elleri onları terketmiş , dilleri , gözleri , ayakları onları bırakıp gitmiş. Etrafımdaki parmaklıklar bana anılarımı yansıtıyor . Her utancımda bir yenisi ekleniyor. Gittikçe daralıyor bu kafes. Utançların sonu gelmez , hiç bitmiyor , ardı arkası kesilmiyor. O kadar yaklaştılar ki bana, ruhum eziliyor ve can çekişiyor aralarında. Bedenimi uzaktan izliyorum ama çektiği acı içime işliyor. Anılarım sürekli tazeleniyor ve yeniden yok oluyorum ta ki tekrardan doğuncaya kadar.

          - Defnedilmeyi bekleyen , siyah kefenlere sarılmış bir beden. Çukuru kazılmış , derin çok derin , fırlatıp atacak kimse yok etrafta. Topraktaki yaratıkları, canlıları besleyecek bir yardımsever          yok mu ? Kokmuş bedeni , kimse dişlemez onu, bir canlının neslini bile tüketir bu iğrenç bedeni. Çöllerin en karanlık yerinde unutulmuş , en soğuk gecesinde ve en yakıcı gündüzünde terkedilmiş bir ceset. Rüzgar üzerinde dans ediyor , kum tanelerini sürükleyerek yazılar yazıyor etrafına . Her harfte can çekişir gibi kıpraşıyor ceset. Alıp götürecek kimse yok mu onu. Tanrıda mı terketti seni ey kıymet bilmez , lanetli ruh. Yağmur  yağmıyor onun üzerine , her parçayı her noktayı rahmetlendiyor ama onu es geçiyor. Ceset acı çekiyor , ağlamıyor kimse benim için , sende mi terkettin beni Tanrım!

           Yaratıcı yüzeye inse etraf siyah kefenler ile dolardı dedi kefene sarılı olan. Kimse kurtulamazdı onun azabından  bu canlıları, herkes diz çöküp af dilerdi. Peki ya affeder miydi ? Güneşin önünü bulutlar kapasa da , yağmur damlaları birer birer dökülse çürümüş bedenimin üzerine. Kefenime ak düşse de yavaşça gömülsem toprağın içerisine.

9 Ocak 2016 Cumartesi

Yorgun




                Sızlanmayı kesti tıkanıp kaldığı delikte. Çaresizlik , kin duygusunu kabartıyordu merhametliler etrafımı sarar korkusuyla. Karşısında duran ayna , yansıtmıyordu bir delinin görüntüsünü , başkaları yer almıştı , başka gösteriler düzenleniyordu bu tiyatroda. Her perdenin açılışında , kıyametler ve çığlıklar bu deliye hitap etmiyordu. Tıpası bir açılsa , etrafını donatan kalabalığa ne sözler dökülecekti kim bilir. Ormanında yükselen o yüce ağaçların dansını, dalgaların hoyratça savrulmasına benzetti o an , kendi düzenlediği tiyatro oyununa, usta bir oyuncu ziyaret etmiş gibi sevindi kontrolsüzce . Salıncağı sallayan değil , sallanan olmak istedi , kudurmak istedi mutluluktan , gözleri yerinden fırlamış bir sincap misali fındık cennetinde uçmak , gözyaşlarını mutluluktan akıtmak istedi.

                Pençelenmiş bir kurban , ipleri elinde olan bir kukla. Oysa , ipler başkasının elindeyken ne kadar da mutluydu bu sunak. Dişleri sararmış , gülmüyor kan gitmemiş suratına . Vücuduna bencillik işlemiş ve tüm kanı kalbine doğru akıtmış. Ve boynu bükük ! haksızlığı kabullenmiş. Unutmadım , diyecek kadar asil olamadı ama unutamadım diyecek kadar da masum bakıyor gözleri. Öfkeli , hırçın artık sözleri , tepeden aşağı yuvarlanan bir çocuk kadar saf aradığı heyecan lakin uçurumdan düşmüş kadar hasarlı beyni. Dikiş tutmaz duyguları , kibirli de biraz. arıyor  etrafında o kokuyu ve o sesi.  Bitmek bilmeyen bir arzu bu , beslendiği kaynak , aradığı efendisi mi yoksa , alışkanlık olmuş sevgisi mi.

                Ne nefret duyabildi ona ne sevgi. Özleyemedi bile geçmişini , tıkadılar umutlarını, ulaşamadı hayallerine , tutunamadı ve yenik düştü yorgun bedenine..

             

7 Ocak 2016 Perşembe

Kanlı milad




                 Bir zirve yarışı, bir güç gösterisi insanoğlunun düşünce felsefesi. Temel prensibi yıkmak ve yok etmek, merhamet gösterileri düzenleyebilmek için . Canlıları incitmek , bunun için fırsat yaratmak özündeki isteği. Kendini kör edip , hislerini kuvvetlendiren ve bununla ayrı bir yarışa girmek isteyen fikirlerin vücut bulmuş hali.

          İnşa eden elleri kırmadılar mı , fikirlerin üzerine toprak atıp mezarlıklar oluşturmadılar mı . Yok etmek isteyen bir insanın , yarattığı kendi dünyasına son kez tükürüp , yalatmak istemedi mi diğer insanlara . Son sözlerinde iyilik vaazları verip , geçmişlerinde bahçelerini kanlı kuyulardan sulamadılar mı. Şehvetin kölesi , karşı cinsin yaşama sebebi .İki  yapının arasında kalıp , diğerinin üzerine basan ve elleri ile oluşturduğu sanatı zirveye taşıma isteği. Yükselt kendini ! senden başka kimse kalmasın sivri tepelerde.
       
          Zayıf ellerde yükseldi örnek alınan insanlar, döneminde yaşamadın , aynı havayı solumadın , acısına ortak olmadın .Amacına ulaştığında , vasiyetin kime kalacak , senden sonrakiler senin hangi boş çuvalına çomak sokacak.

Dua

           

              Dinleniyorum , sessizce akan bir ırmağın huzurunda diz çökerek. Akıntı ağır , akıntı çok narin .Cennetin damarlarında kaynayan saflığın , yavaşça ilerleyip , içerisinde hayata tutunan bir ağacın etrafında dans etmesi ve merakımı uyandırıyor oluşturduğu gizemli kıvrımlar.  İçimi ısıtıyor  bu ziyafet , gözlerim ve duygularım istediğini alıyor. Takip etsem ulaşır mıyım sonunda birleştiği geniş okyanusa. Derin bir mavi , derin bir sonsuzluk.

            Sonuna kadar mücadele etmem gerek verdiğim savaşta. Her saniyemi değerli kılmam , tüm duygularımı memnun etmem gerek. Son vermek isterim çırpınışlara ama değerli ruhumu, değersiz vücudumdan ayırarak değil. Kendimi doğanın huzuruna teslim edip , zehirli kemirgenlerden ayrılarak.

         -Nefret şelalesinde değil , mavi denizlere yenilmek isterim
          Çok konuşan diller ile değil, dile gelmiş rüzgar ile sohbet etmek isterim
          Gözlerimi açtığım yere değil , kapayacağım toprağa sarılmak isterim

         İnşa etmek isterim kendi evimi , bahçemi renkler ile donatıp , güneşin bakışları ile ısınmak , bulutların hüznü ile yıkanmayı dilerim. Cennetin ön sözü olan dünyada , insanların cehennemi ile son bulmasın isteklerim..

4 Ocak 2016 Pazartesi

Gerçek dünya


 -Yerdeki çamur ve pisliklerin arasından bizleri izlesinler..


                Bir çocuk tanıyorum. Bedeni taşımıyor artık kafasını. Hükmetmiyor , yok olmuş vücut parçalanmış ve dökülüyor. Gözleri simsiyah, kulakları işitmiyor artık , zar yok olmuş yerine bir duvar örülmüş adeta.
          Bir çocuk tanıyorum , vazgeçmiş her şeyden. Adımları düz değil, bir sağa bir sola yalpalıyor. Kaybetmeye alışmış , kafası karışmış bilmiyor yön ne tarafta. Saçları pis , iğrenç , birbirine karışmış , su yolunda akan o simsiyah su eşlik ediyor alnından aşağıya.

                 Bir labirent zihnim , puslu ormanlar ve duvarlarla çevrilmiş. Binalar yükseliyor arkalarında , durmadan akan bir çeşme ve sürekli yanıp sönen sokak lambaları. Güvende hissetmiyorum burada , yalnızca eksikler yok bu dünya da , birbirini tamamlayan kabuslarda var etrafta. Denizin feryatları kulağıma çalınıyor , kapatmış önünü yine uzunca bir bina, güneş doğmuyor buraya.


         - Yolculuğa çıkıyorum sen ve ben, kimse olmadan , uyandırın beni
            Topraktan süzülen dumanlar ve kanlı eller fırlıyor mezarlarından
            Uykularım benden ne ister  ? kabuslarım neler anlatıyor bana
            Kar kaplamış gölgeleri , buz tutmuş anılarım , üşür bedenim rüyalarımda
            Fısıltılara kapalı artık kulaklarım , yolculuğa çıkıyoruz seninle ve ışığımla gerçek dünyaya..

2 Ocak 2016 Cumartesi

Kuyu



       
              Dipsiz bir kuyuyum ben , taş atsalar içime , inip çıkartamazlar. Merak etmezler içimde neler beslediğimi. Umursamazlar , tek gördükleri karanlık , uzun uzadıya bir karanlık. Ses duyamazsın, çıkartamazsın içimden tek bir fısıltı. Bağırırsın , çığlık atarsın tepki alamazsın benden ve bırakırsın en dibe doğru bir taş daha.
   Ama ! taş kalmamış yerde , fırlatıp atılacak tek bir taş. Hepsi olmaması gereken yerde hak edilmeyen derinliklerde . Her bir taşa bir sitem , bir özür yada bir eylem fısıldanmış, geri getirilemez , çaresizlik ve özlem..

            -Sersemlemişsin dostum , yorgun düşmüşsün. Nedir sırtında taşıdığın bu yük , paylaş benimle. Emanet et bana yüklerini , anlat , anlat bana, ellerini uzat. Kuralım ortaya bir çember ve yakalım ortasına bir ateş. Dans edelim birlikte etrafında gülerek, alaylar edelim ağzımızdan salyalar akarcasına. Tufanlar kopsun içinde , önce yukarı taşı o mutsuzluklarını sonra bedeninden dışarı fırlat ve yanışını izleyelim onların.
     Sonra bir yağmur fırtınası ! sadece bizim etrafımızda , söndürsün o alev çemberini , dumanlar haykırarak yukarı yükselsin. Silme , dokunma gözlerine , bırak yağmurlar boşalsın hala sende , bırak elleme.

             Anlat son kez dostum , bağır yüzüme , küfret bana. Sen kendine zarar verme , kurtul önce şu yüklerden. Geçmişi mi , üzerinden ki adımları mı , yaratıkların haykırışlarını mı , kimin baskısı , kimin kırbacı vuruyor üzerine. Anlat ama sadece bana , kendi kuyuna ve derinliğine.